Logo

Hukuk Genel Kurulu2017/831 E. 2021/1622 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Davaya konu çeklerin davalı bankaya temlik cirosuyla mı yoksa rehin cirosuyla mı devredildiği ve buna bağlı olarak davacının menfi tespit talebinin yerinde olup olmadığı hususunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Gerekçe ve Sonuç: Aynı taraflar arasında ve aynı çek tevdi bordrosuna konu diğer bir çek hakkında verilen ve Yargıtay tarafından onanan kesin hüküm, mevcut davanın konusunu oluşturan çekler için de güçlü delil niteliğinde olup hukuki güvenlik ve istikrar ilkeleri gözetilerek direnme kararı onanmıştır.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin kararın davacılar vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili ve katılma yoluyla davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davacılar vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkilleri ile dava dışı ... Ltd. Şti. arasında düzenlenen sözleşme uyarınca toplam tutarı 200.000TL olan çeklerin anılan şirkete avans olarak verildiğini, sözleşmenin feshedilmesi sonrası çeklerin iade edilmemesi üzerine Ankara 18. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2011/394 E. sayılı dosyasında lehtar aleyhine dava açıldığını, davalı bankanın hamili bulunduğu o çeklerden biri için davalı banka aleyhine Ankara 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2011/587 E. sayılı dosyasında açılan menfi tespit davasının da anılan dava ile birleştirildiğini, bahsi geçen davalarda müvekkilinin borçlu bulunmadığının tespitine karar verildiğini, bu davanın konusu olan diğer çeklerin de müvekkilinin akidi olan lehtar tarafından davalı bankaya rehin olarak verildiğini, bu işlemin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (eTTK) 701. maddesi uyarınca ödeme vasıtası olan çeklerin rehin cirosu ile temlik edilemeyeceğini, rehin cirosunun sonuç doğurmayacağını, teminat olarak verildiği kanıtlanan çeke dayalı olarak teminat alan bankanın keşideci olan müvekkilini takip edemeyeceğini, rehin konusu olan çeke dayalı olarak alacak isteğinde bulunamayacağını ileri sürerek Ankara 2. İcra Müdürlüğünün 2011/10710 ve 2011/11900 sayılı dosyaları nedeniyle müvekkilinin borçlu bulunmadığının tespiti ile davalının alacağın %40’ı oranında kötü niyet tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili davaya cevap vermemiş, aşamalardaki beyanlarında davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 09.10.2013 tarihli ve 2012/359 E., 2013/625 K. sayılı kararı ile; Ankara 18. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2011/394 E. sayılı dosyasında; davalı bankaya yapılan cironun gizli rehin cirosu olduğu belirlendiği, verilen kararın Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiği, davaya konu çeklerin emsal davaya konu çekle birlikte davalı bankaya tevdi edilen çekler olduğu, güçlü delil durumundaki emsal karara, aynı hukukî ve maddi vakıalara (çek tevdi bordrosundaki ifadelere) rağmen davalının sunduğu aksi yöndeki emsal içtihatlara itibar edilemeyeceği, dava konusu çeklerin gizli rehin cirosu ile davalıya intikal ettirildiği, işlem tarihinde yürürlükte olan eTTK'nın 701. maddesi ve dava dilekçesinde zikredilen emsal Yargıtay kararları uyarınca ödeme vasıtası olan çeklerin rehin cirosu ile temlik edilemeyeceği, rehin cirosunun sonuç doğurmayacağı, teminat olarak verildiği kanıtlanan çeke dayalı olarak teminat alan bankanın keşideci olan davacıları takip edemeyeceği gerekçesiyle, davalı tarafın cironun mahiyeti konusundaki yanılgısından hareketle icra takibi başlatmasının kötü niyete dayalı olmadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile davacıların Ankara 2. İcra Müdürlüğünün 2010/10710 ve 2011/11900 E. sayılı takip dosyaları ve takip dayanağı çekler nedeniyle davalıya borçlu bulunmadıklarının tespitine; kötü niyet tazminatı talebinin ise reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili ve davalı vekili temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 27.11.2014 tarihli ve 2014/1120 E., 2014/17084 K. sayılı kararı ile;

“…Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6102 sayılı TTK'nun 689. maddesine göre rehin cirosu "bedeli teminattır", "bedeli rehindir" veya bunlara uygun bir ibarenin senede yazılması ve altının meşru hamil tarafından imzalanıp senedin rehin alana teslimi ile oluşur. Senette yukarıda açıklanan ibarelerden birinin yer almaması halinde senedin rehin cirosu ile değil temlik cirosu ile verildiği kabul edilmelidir.

Bu durumda mahkemece, dava konusu çeklerin dava dışı şirket tarafından yapılan cirolarında herhangi bir ibarenin yer almaması nedeniyle temlik cirosuyla devredildiğinin kabulü ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir,…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Ankara 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 16.11.2015 tarihli ve 2015/527 E., 2015/891 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, davalı bankanın düzenlediği çek tevdi bordrosunda dava konusu senetlerin teminat olarak alındığının kabul edildiği, aynı çek tevdi bordrosuna konu diğer bir çek için bu hususun bir başka davaya konu edilerek ve Yargıtay denetiminden de geçerek kesinleşen kararla güçlü delil hâline geldiği, bu koşullarda aksi yönde bir kabulün hukukî istikrar açısından da doğru olmayacağı; ayrıca dava konusu çeklerin davalı bankaya devrine ilişkin ciroların dava tarihinde yürürlükte olduğu belirtilen 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (yTTK) 689. maddesine uygun olarak rehin cirosu niteliğinde bulunmadığı kabul edilse dahi salt bu durumun sonuca etkili olmayacağı, bu düzenlemenin rehin cirosu içermeyen senedin gerçekte teminat olarak verilmiş bulunduğunun iddia ve ispat edilemeyeceği anlamına gelmeyeceği, senet hamilinin gerçekte senedi teminat olarak almış ise bu hususun usulüne uygun delillerle kanıtlanabileceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili ve katılma yoluyla davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu çeklerin temlik cirosuyla mı, rehin cirosuyla mı devredildiği; buradan varılacak sonuca göre davacının menfi tespit isteminin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.

13. Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukukî ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir (Kuru, Baki: İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı (Kuru-El Kitabı), İstanbul 2013, s. 346).

14. Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır.

15. Eş söyleyişle; kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Kuru, Baki: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).

16. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, menfi tespit davası icra takibinden önce sonuçlanmaz ve ihtiyati tedbir kararı verilmemiş olması (veya ihtiyati tedbir kararının kaldırılması) nedeniyle, (menfi tespit davası görülmekte iken) borç alacaklıya (davalıya) ödenmiş olursa, menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir (m.72/6); yani menfi tespit davası (kendiliğinden) istirdat davasına dönüşür; bu hâlde mahkeme menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam eder (Kuru, Baki: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 2017, s. 146). Bu durumda İİK’nın 72/6 maddesi gereğince bedele dönüşen isteminin temeli menfi tespit davasıdır.

17. Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer. Davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukukî İlişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukukî ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 190; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m.6). Fakat, menfi tespit davasını açan davacı (borçlu), davalının (alacaklı) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkinin hiç doğmadığını iddia etmeyip, bilakis bu ilişkinin doğduğunu bildirerek başka bir nedenle hukukî ilişkinin geçersiz olduğunu veya son bulduğunu ileri sürmekte ise bu iddiayı ispat yükü TMK’nın 6. maddesi gereğince davacıya düşer. Örneğin; alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru-El Kitabı, s.370 ilâ 372).

18. Uyuşmazlığın çözümü için “delil”, “kesin hüküm” ve “kuvvetli (güçlü) delil” kavramlarının kısaca açıklanmasında yarar vardır.

19. Medeni usul hukukunda deliller, kesin deliller ve takdiri deliller olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hukukumuzda kesin deliller, ikrar (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 188), senet (HMK m. 199 vd.), yemin (HMK m. 225 vd.) ve kesin hüküm (HMK m. 303) olmak üzere dört tanedir. Takdiri deliller ise tanık (HMK m.240 vd.), bilirkişi (HMK m. 266 vd.), keşif (HMK m.288 vd.) ve kanunda düzenlenmemiş diğer deliller (HMK m. 192) olarak sayılmaktadır. Takdiri deliller yönünden delil türlerinin sınırlı olarak sayılmadığı kabul edilmektedir (Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder/ Taşpınar Ayvaz, Sema: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2017, s. 389-390). Bu açıdan kuvvetli (güçlü) delil takdiri bir delil türü olarak nitelendirilebilir.

20. Kesin hükme gelince, kesin hüküm HMK'nın 303. maddesinde düzenlenmiş olup, şekli ve maddi anlamda kesin hüküm olmak üzere olarak ikiye ayrılır. Verilen bir hükme karşı kanun yolları kapalı ise veya kanun yolları açık olsa bile süresinde gidilmemişse veya tüm kanun yolları tükenmişse hüküm şeklen kesinlik kazanmıştır.

21. Maddi anlamda kesin hükümde ise; dava sebebinin (maddi vakıaların), taraflarının ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.

22. Önemle vurgulanmadır ki; maddi anlamda kesinlik, yalnız hüküm fıkrası için söz konusudur. Hüküm fıkrası, davada (veya karşı davada) istenen hususlar (talep sonucu) hakkında mahkemece verilen kararı (hükmü) gösterir. Hükmün gerekçesinin kesin hüküm gücü bulunmamaktadır. Bununla beraber, gerekçe maddi anlamda kesinlikten tamamen soyutlanmış da değildir.

23. Maddi anlamda kesinlik, yalnız hüküm fıkrasına ilişkin olduğundan hükümde tarafların talep sonuçları (veya talep sonuçlarının bazı kalemleri) hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmemişse, hakkında karar verilmemiş olan hususlar bakımından maddi anlamda kesin hüküm söz konusu olmaz.

24. Maddi anlamda kesin hükmün amacı da bu hâli ile mahkeme kararlarına güvenilmesini ve uyulmasını sağlamak, taraflar arasındaki uyuşmazlığı kararın maddi anlamda kesinleştiği andan itibaren geleceğe yönelik olarak sona erdirmek ve nihayet çelişkili kararlar verilmesini önleyerek toplum hayatında hukukî istikrar ve güvenliği tesis etmektir.

25. İspat bakımından değerlendirmek gerekir ise; HMK'nın 204. maddesinin birinci fıkrasına göre ilamlar kesin delil sayılmaktadır.

26. Birinci davada verilmiş olan hüküm, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak, aynı konuya ilişkin olarak açılan ikinci davada, kesin hükme bağlanmış olan husus yönünden kesin delil teşkil eder (HMK m.303/1,2).

27. Aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak ve aynı hukukî ilişki hakkında açılan ikinci davanın konusu, birinci davadakinden farklı olsa bile, iki davanın da temelini oluşturan aynı hukukî ilişkinin mevcut olup olmadığı hakkında (birinci davada) verilmiş olan (kesin) hüküm, ikinci davada kesin delil teşkil eder.

28. Bir davada verilen kesin hüküm, bu davanın tarafları dışındaki başka birine (üçüncü kişiye) karşı açılan (veya üçüncü kişi tarafından birinci davanın taraflarından birine karşı açılan) ve konusu ile dava sebebi (vakıalar) aynı olan ikinci bir davada kesin delil teşkil etmez; çünkü iki davanın tarafları farklıdır. Fakat, birinci davada verilen kesin hüküm, ikinci davada kuvvetli (güçlü) bir takdiri delil teşkil eder (Kılıç, Halil: Açıklamalı İçtihatlı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Cilt II, Ankara, 2011, s. 2341 vd.). Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.03.2021 tarihli ve 2017/(22)9-3108 E., 2021/380 K.; 09.02.2021 tarihli ve 2016/(7)9-1247 E., 2021/54 K.; 17.11.2020 tarihli ve 2016/(7)9-1867 E., 2020/908 K. ve 15.09.2020 tarihli ve 2017/(22)9-1293 E., 2020/588 K. sayılı kararlarında da yer verilmiştir.

29. Diğer yandan 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmü; Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasında ise; “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükümleri bulunmaktadır.

30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmında ise “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” düzenlemesi yer almaktadır.

31. Nitekim Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) 11 Eylül 2014 tarihli ve 29116 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 26.06.2014 tarihli ve 2013/1752 başvuru numaralı kararında "...Anayasa'nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır…" şeklinde adil yargılanma hakkının unsurlarına ve içeriğine ilişkin açıklamalar yapılmıştır.

32. Anayasa Mahkemesi bu kararında ve başkaca birçok kararında “hukuki güvenlik ilkesi”nin hukuk devletinin unsurlarından biri olduğunu kabul etmiştir. Yüksek Mahkemeye göre hukuk devletinde hukuk güvenliğini sağlayan bir düzenin kurulması asıldır. Hukukî güvenlik ilkesi gereğince devletin, vatandaşların mevcut kanunlara olan güvenine saygılı davranması, bu güvenlerini boşa çıkaracak uygulamalardan kaçınması gerekir. Bu durum hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğu kadar Anayasa'nın 5. maddesiyle devlete yüklenen, vatandaşların refah, huzur ve mutluluk içinde yaşamalarını sağlama, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmek için gerekli ortamı hazırlama ödevinin bir sonucudur. Bu yönüyle, hukuk devletinin önemli bir unsuru olarak hukukî güvenlik ilkesi, yalnızca hukuk düzeninin değil, aynı zamanda belirli sınırlar içinde bütün devlet faaliyetlerinin belirli oranda önceden öngörülebilir olması anlamını taşır. Hukukî güvenlik sadece bireylerin devlet faaliyetlerine duyduğu güveni değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan güveni de içerir.

33. Başka bir anlatımla hukuk devletinin hukukî güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzenleyebilmesi anlamına gelir. Kişilerin davranışlarını düzenleyen kurallar onlara güvenlik sağlamalıdır. Bu güvenliğin sağlanabilmesi, her şeyden önce, devletin kendi koyduğu hukuk kurallarına kendisinin de uymasına bağlıdır. Kanunları uygulama durumunda bulunanların da, başta mahkemeler olmak üzere bu ilke ile bağlı olduğu da açıktır.

34. Hukuk devleti, devlet ve insan faaliyetlerine yön veren, yönetilenlere hukuk güvenliği sağlayan ilkeler bütünü olduğundan, devletin organ ve kurumları bakımından bu ilkeler birer sınırlama niteliği taşırken, vatandaşlar açısından hukukî güvenlik içinde yaşamanın araçları olarak işlev görmektedir.

35. Hukukî güvenlikle bağlantılı olarak “genellik” ve “öngörülebilirlik”, hukuk devletinin iki temel unsuru kabul edilir. Genellik unsuru, hukukun özel kişi ya da durumlara değil, herkesi kapsayacak biçimde genel, soyut ve tarafsız, geçmişe uygulama yasağı çerçevesinde ileriye yönelik, kamuya açık kurallar üzerine inşa edilmesi anlamını taşır. Hukukun öngörülebilirliği ise, hukukun anlam açısından belirgin ve açıkça ifade edilmiş, istikrarlı ve birbiriyle uyumlu kurallar ile önceden tahmin edilebilir uygulamalara dayanmasıdır. Bireylerin hukukun gerektirdiği şeyi önceden bilmeleri ve davranışlarını buna göre düzenlemelerini sağlayan bir ilke olarak hukukî öngörülebilirliğin hukukî belirlilik ile ilişkisi, bu noktada çok açıktır. Hukuk kurallarının bütünüyle belirsiz olduğu kabul edildiğinde, hukukî öngörülebilirlikten de söz edilemeyecektir. Hukukî güvenirlik ile yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir. Buradaki asıl amaç hukukî barışın sağlanmasıdır. Nitekim aynı hususlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23.03.2021 tarihli ve 2017/5-2762 E., 2021/323 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır.

36. Dava konusu çeklerin keşide edildiği tarihte yürürlükte bulunan eTTK’nın 601. maddesine değinmek gerekirse, bu madde;

“Ciro, "Bedeli teminattır", "Bedeli rehindir" ibarelerini yahut terhini ifade eden diğer herhangi bir kaydı ihtiva ederse, hamil poliçeden doğan bütün hakları kullanabilir; fakat kendisi tarafından yapılan bir ciro ancak tahsil cirosu hükmündedir.

Poliçeden mesul olanlar, kendileriyle ciranta arasında doğrudan doğruya mevcut olan münasebetlere dayanan defileri hamile karşı ileri süremezler; meğer ki, hamil poliçeyi iktisabederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun” hükmünü içermektedir.

37. Aynı Kanun’un 730. maddesinde ise poliçeye dair bazı hükümlerin çekler hakkında da uygulanacağı belirtilmiş olup, adı geçen maddede rehin cirosu ile ilgili olarak 601. maddeye yapılmış bir atıf bulunmadığından çekte rehin cirosu yapılamaz ve çekin sadece tahsil veya temlik cirosuyla verilmesi mümkündür.

38. Çekte rehin cirosu yapabilmek yolunun kapatılmasının sebebi, çekin, bir ödeme vasıtası olmasıdır. Kısa süre içinde ödenmesi şart bulunan bir senedin, teminat kabilinden ciro edilmesi uygun görülmemiştir. Bir ödeme vasıtası olarak ibraz edildiği anda ödenmesi gereken çek bedelinin tahsil edilip rehnolunmasının daha devamlı ve emin bir teminat teşkil edeceği tabiidir. Nitekim, aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.05.2018 tarihli ve 2017/19-817 E., 2018/1145 K. sayılı kararında değinilmiştir.

39. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki dava takip dayanağı çeklerin davalı hamile dava dışı ciro eden şirket tarafından rehin olarak verildiğinden bahisle keşidecinin açmış olduğu menfi tespit istemine ilişkindir. Mahkemece davacıların icra takiplerine konu çekler nedeniyle borçlu olmadıklarının tespitine, kötü niyet tazminatı talebinin ise reddine karar verilmiştir.

40. Davacı tarafça sunulan deliller arasında yer alan Ankara 18. Asliye Ticaret Mahkemesinin 26.06.2012 tarihli ve 2011/394 E., 2012/139 K. sayılı kararı incelendiğinde; karar içeriğinde ilişkin olarak yapılan açıklamadan eldeki davanın konusu olan çeklerle aynı çek tevdi bordrosu ile davalı bankaya teslim edilmiş bulunan diğer bir çek hakkında davalı bankaya yapılan cironun gizli rehin cirosu niteliğinde olduğu ve geçersiz bulunduğu, dolayısıyla çekte rehin cirosu yapılamayacağı gerekçesiyle menfi tespit isteminin kabul edildiği anlaşılmakta olup verilen karar Yargıtay aşamasından geçmek suretiyle kesinleşmiştir.

41. Eldeki davaya konu çekler de, emsal davaya konu çekle birlikte davalı bankaya aynı tevdi bordrosu ile tevdi edilen çeklerdir.

42. Eş söyleyişle; bir başka mahkemede aynı çek tevdi bordrosuna konu diğer bir çek için aynı taraflar arasında, aynı iddia ile menfi tespit isteminde bulunulmuş, bu talebin mahkemece kabulüne dair verilen karar Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesince onanarak kesinleşmesi suretiyle belirtilen karar eldeki dava için güçlü delil hâline gelmiştir. Artık bu koşullarda aksi yönde bir kabulün hukukî güvenlik ve istikrar ilkeleri bakımından doğru olmayacağı muhakkaktır.

43. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; eldeki davanın kambiyo hukuku ilkeleri çerçevesinde çözüme kavuşturulması gerektiği, bahsi geçen diğer davada verilen hükmün hatalı olduğu, bu çekin de aynı çek tevdi bordrosu ile davalı bankaya verilmiş olmasının davaya konu çeklerin rehin cirosu ile devralındığı sonucunu doğurmayacağı, zira çek tevdi bordrosunun açıklama kısmında “…Bankanızca aşağıda belirtilen kredi lehtarına açılmış ve açılacak krediler ile her ne sebeple olursa olsun doğmuş doğacak borçlarına mahsup edilmek üzere Bankanıza temlik ve teslim ediyorum/ediyoruz…” şeklinde belirtildiği, bu sebeple çekin rehin cirosu ile davalı bankaya devrolunduğunun düşünülemeyeceği, rehin cirosu iddiasında bulunulması şahsi def’i niteliğinde olduğundan davalı hamile karşı ileri sürülemeyeceği gerekçesiyle direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

44. Hâl böyle olunca; mahkemece yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.

45. Ne var ki, Özel Dairece davacılar vekilinin kötü niyet tazminatına ilişkin temyiz itirazının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme uygun olduğundan, davacılar vekilinin kötü niyet tazminatına ilişkin itirazının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

Ancak karar düzeltme yolunun açık olması nedeniyle öncelikle mahkemesince Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile taraflarca karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan Yargıtay 11. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

Aşağıda dökümü yazılı (7.512,54TL) harcın davalıdan alınmasına,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme açık olmak üzere, 09.12.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede ve oy çokluğu ile karar verildi.